31 Ocak 2013 Perşembe

Monte Kristo (Nazlı Eray)

Monte Kristo kadını toplumsal düzendeki yerini ve bu olgunun kadını nasıl etkilediğini öyküdeki Nedime karakteri ve onun çevresine bakışı ile anlatıyor. Aynı zamanda yabancılaştırıcı öykünün çok belirgin bir örneği olan Monte Kristo bize kadın hakkında süregelen yanlış olguları yine kadının gözünden anlatır.
Burada da sesli kitap halini dinleyebilirsiniz.

Yazar Hakkında

Nazlı Eray

    Arnavutköy Kız Koleji mezunu olup İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi 3. sınıftan ayrılmıştır. Ardında TC Turizm ve tanıtma bakanlığında tercüman olarak çalışmıştır. İkiz çocukları olduktan sonra memurluğu bırakmıştır ve küçüklükten beri ilgilendiği edebiyata dönmüştür.
     Yazın hayatına 16 yaşında yazdığı Mösyö Hristo isimli öyküyle başlamıştır, Gerçeküstücülük akımının niteliklerini taşıyan bu öykü çeşitli dünya antolojilerinde yer almaktadır.Kariyerinin ileriki dönemlerinde roman türüne ağırlık vermiştir. Büyülü Gerçekçilik akımının Türk Edebiyatındaki temsilcilerindendir. Varlık dergisi, CumhuriyetGüneşRadikal ve Akşam gazetelerinde çalışmıştır. Ayrıca aktif olarak siyaset ile de ilgilenmektedir.

    Eserleri 

    • Uyku İstassyanu
    • Ah Bayım Ah (Kitap,1975)
    • Kız Öpme Kuyruğu
    • Beyoğlunda Gezersin
    • Ekmek Arası Rüya
    • Arzu Sapağında İnecek Var
    • Aşık Papağan Barı
    • Aşk Artık Burada Oturmuyor
    • Ay Falcısı
    • Deniz Kenarında Pazartesi
    • Eski Gece Parçaları
    • Pasifik Günleri
    • El Yazması Rüyalar
    • Yıldızlar Mektup Yazar
    • Hazır Dünya
    • Sis Kelebekleri
    • Kapıyı Vurmadan Gir
    • Düş İşleri Bülteni
    • Kuş Kafesindeki Tenor
    • Orphee
    • Örümceğin Kitabı
    • Geceyi Tanıdım
    • Aşkı Giyinen Adam (roman dalında 2002 Yunus Nadi Ödülü'nü kazandı)
    • Kayıp Gölgeler Kenti
    • Farklı Rüyalar Sokağı
    • İmparator Çay Bahçesi
    • Marilyn - Venüs'ün Son Gecesi











    15 Ocak 2013 Salı

    STFA km. 441-İlkler sergisi


    Km. 441 – İlkler sergisi

    İstanbul Modern'de düzenlenen km. 441 – İlkler sergisi, Türkiye’nin 1930'lu yıllara uzanan mühendislik tarihine yer veriyor.

    Sergi, adını STFA Grubu’nun kurucuları olan iki yüksek mühendis arkadaş Sezai Türkeş ve Feyzi Akkaya ortaklığının ilk projelerinden bir betonarme köprünün kod adından alıyor. STFA Grubu’nun 75 yıllık arşivinden derlenen sergi, Türkiye’nin inşaat, mimari ve mühendislik alanındaki ilklerine odaklanıyor. Feyzi Akkaya'nın yaşamı boyunca çektiği fotoğraflar Türkiye’nin mühendislik faaliyetlerinde geçirdiği değişime işaret ediyor. Km. 441 – İlkler sergisi, fotoğrafların yanı sıra STFA Grubu’nun geniş arşivinden seçilen çok sayıdaki çizim, plan, dia pozitif ve 8mm. filmle Türkiye’nin bayındırlık alanındaki geçmişinin yüzölçümünü çıkartıyor.

    2013 yılında 75. kuruluş yıldönümünü kutlayacak olan STFA Grubu, bu vesileyle 75 yılda gerçekleştirdiği ilkleri ve Türkiye mühendislik sektörü için önemli bir kaynak niteliğindeki arşivini meraklılarıyla paylaşıyor.
    Bu sergiye okulum TEVİTÖL’ün STFA tarafından davet edilmesi sayesinde katıldım. Aynı zamanda okulumuzun kurucusu olan Sezai Türkeş ve ortağı Fevzi Akkaya’nın deneyimlerinin ve anılarının bulunduğu herkese gezmesini önerebileceğim bir sergi. Çok büyük çaplı bir sergi olmamasına karşın içinde bulunan çoğu bilgi fotoğraf vb. yıllar yılı birikmiş emeğin ve bu emeği sarf eden insanları bize tanıtıyor ve anlatıyor.


    22 Aralık 2012 Cumartesi


    Babaannem Yüz Yaşında

    Yazan: Roberto Cossa
    Çeviren: Esen Çamurdan
    Yöneten: Zafer Algöz
    Dekor Tasarımı: Deniz Özmen
    Oynayanlar
    Maria: Ayça Koyunoğlu
    Anyula: Şebnem Bilgeer
    Chicco: Berk Yaygın
    Babaanne: Aşkın Şenol
    Marta: Deniz Güzelmeriç
    Carmelo: Fatih Koyunoğlu \ Deniz Özmen
    Don Francesco: Çetin Kaya

    Arjantin’de, Buenos Aires’in varoşlarında yaşayan İtalyan kökenli göçmen bir aile…Eline geçen her şeyi büyük bir iştahla tüketen doymak bilmeyen yüz yaşında bir Babaanne…Eve ekmek getirebilmek, daha doğrusu babaanneyi doyurabilmek için günde on altı saat çalışan bir pazarcı… Hiç bir işe yaramayan sözde sanatçı, asalak bir kardeş…Evin mutfağında canla başla çalışan kız kurusu bir hala ve evi çekip çeviren bir anne…Herkesin gözü önünde kötü yola düşmüş küçük bir kız…Babaanneyi doyurabilmek için nafile bir çözüm arayışı…Ve tüm ailenin yok oluşunun acıklı – gülünç öyküsü…

    Buenos Aires’in varoşlarında yaşayan İtalyan kökenli, orta sınıftan bir göçmen ailenin reisi olan Carmelo obur babaanneye, kız kurusu Anyula’ya ve yıllardır kendini beste yapmaya adamış, hiç bir işe yaramayan sözde sanatçı kardeşi Chicho’ya bakabilmek için sürekli çalışmasına karşın evi geçindirmekte gün geçtikçe zorlanmaktadır. Bulduğu her şeyi anında büyük bir zevkle tüketen babaanneyi doyurmada Carmelo’nun pazar tezgâhındaki mallar bile yetersiz kalmaktadır. İşleri her geçen gün biraz daha kötüye giden Carmelo aileyi geçindirebilmek, daha doğrusu babaanneyi doyurabilmek için yeni çözüm yolları aramaya başlar. Bu konuda başvurduğu Chicho ona birtakım ilginç öneriler getirir. Bunlardan biri de babaanneyi evlendirerek ondan tamamen kurtulmaktır. Bu önerinin kabulünden sonra işler iyice çığırından çıkar ve babaannenin her şeyi silip süpüren iştahıyla tüm ailesinin, çevresindeki herkesin birer birer yok oluşunun acıklı-gülünç öyküsüne tanık oluruz.

    16 Aralık 2012 Pazar

    Size yakın zamanda izlediğim bazı tiyatro eserleri hakkında da yorum yapmak ve bilgi vermek istiyorum:
    Meraklısı İçin Öyle Bir Hikaye 
     Kadro :Yazan: Sait Faik Abasıyanık
    Uyarlayan: Savaş Dinçel
    Yöneten: Ergün Işıldar
    Dekor ve Kostüm Tasarımı: Ergün Işıldar
    Işık Tasarımı: Özcan Çelik
    Efekt Tasarımı: Ersin Aşar
    Köstüm Uygulama: Hacer Duran-Onur Uğurlu
    Dekor Uygulama: Gökhan Usanmaz
    Müzik: Ömer Göktay
    Oynayan
    Naşit Özcan
    Oyun Hakkında :“Meraklısı İçin Öyle Bir Hikâye” yıllar sonra, yeniden sahneleniyor. Kısa bir süre önce kaybettiğimiz usta oyuncu, yazar, çizer ve yönetmen Savaş Dinçel, usta yazarımız Sait Faik'in öykülerindeki sizi alıp götürecek size sizlerden bir kare sunacak sözleri tiyatroda sizi şöyle bir İstanbul gezisiyle yorumluyor. Dinlerken bir olayı değil bir gerçeği değil tam olarak hayatın kendisinden bir şeyler bulacaksınız ''Meraklısı İçin Öyle Bir Hikaye''de. Ergün Işıldar’ın yönettiği “Meraklısı İçin Öyle Bir Hikâye” adlı oyun seyircisini önce Burgazada, sonra Karaköy, Tünel, Beyoğlu, Hristaki Pasajı ve Taksim Parkına götürüyor.
    Sait Faik Abasıyanık'tan Bir Öykü
    Yürüyordum. Yürüdükçe de açılıyordum. Evden kızgın çıkmıştım. Belki de tıraş bıçağına sinirlenmiştim. Olur, olur! Mutlak traş bıçağına sinirlenmiş olacağım.

    Otların yeşil olması, denizin mavi olması, gökyüzünün bulutsuz olması, pekala bir meseledir. Kim demiş mesele değildir, diye? Budalalık! Ya yağmur yağsaydı? Ya otların yeşili mor, ya denizin mavisi kırmızı olsaydı? Olsaydı o zaman mesele olurdu, işte.

    ukulata renginde bir yaprak, çağla bademi renkli bir keçi gördüm. Birisi arkamdan:

    -Hişt,dedi.

    Dönüp baktım. Yolun kenarındaki daha boyunu posunu almamış taze devedikenleriyle karabaşlar erik lezzetinde bana baktılar. Dişlerim kamaştı. Yolda kimsecikler yoktu. Bir evin damını, uzakta uçan bir iki kuşu, yaprakların arasından denizi gördüm. Yoluma devam ederken:

    -Hişt hişt, dedi.

    Dönüp bakmak istedim. Belki de çok istediğim için dönüp bakamadım. Olabilir. Gökten bir kuş hişt hişt ederek geçmiştir. Arkamdan yılan, tosbağa, bir kirpi geçmiştir. Bir böcek vardır belki hişt hişt diyen.

    Hişt! dedi yine.

    Bu sefer belki de isteksizlikten dönüp baktım çalıların arasına birisi saklanıyormuş gibi geldi bana.

    Yolun kenarına oturdum. Az ötemde bir eşek otluyor. Onun da rengi çağla bademi, ağzı, dişleri, kulakları boynu ne güzel. Otluyor. Otları adeta çatırdata çatırdata yiyor. Belki de bu çıtırtılı, çatırtılı sesi "hişt hişt" diye duymuşumdur. Eşeğin ot koparışının sesinden apayrı bir ses:

    - Hişt hişt hişt, dedi.

    Hani bazı kulağımızın dibinde çok tanıdığımız bir ses isminizi çağırıverir. Olur değil mi? Pek enderdir. Belki de kendi kafanızın içinden sizin sevdiğiniz, hatırladığınız bir ses, ses olmadan sizi çağırmıştır. Olabilir.

    Birdenbire güneşi, buluta benzemez garip ve sarı bir sis kapladı. Bir kirli el, çağla bademi eşeğin sırtından bir kumaş çekip aldı. Her zamanki kül rengi, yer yer havı dökülmüş eski mantosunu giydirdi eşeğe.

    Yola indim. İstediği kadar hişt desin. İsterse sahici sulu bir dost olsun. İsterse kimseler olmasın, kendi kendime kulağıma hişt hişt diyen bir divane olayım, ben, aldırmayacağım.

    Belki bir kuştur. Belki tosbağadır. Belki bir kirpidir. Belki de yakın denizden seslenen bir balık, bir canavardır. Karabataktır. Mihalaki kuşudur.

    İyisi mi ben kendim hişt hişt derim. O zaman tamamı tamamına pek hişt hişt seslenişine benzemeyen, benzemesin diye uğraştığım bir mırıldanmadır, tutturdum.

    Birdenbire, önümde bir adamla bir kadın gördüm. Kalpazankaya yolunu sordular. Üstündesiniz dedim. Sanki yol hareket etti. Yürümediler. İki adımda benden uzaklaştılar. Koyunların arasına yüzükoyun uzanmış papazın oğlunu gördüm. Yüzünden aptal, çilli horoza benzer bir mahluk kalktı. Ağzının salyasını sildi. Kuzuyu bacaklarından tuttu. Kuzu ile yere yıkıldı. Kuzuyu burnundan öptü. Papazın oğlu çirkin, aptal, otuzbirli bir yüzle baktı. Şimdi bir çiçek tarlasında idim. Bana hişt hişt diyen mutlak bir kuştu. Vardır böyle kuşlar. Cık cık demezler de hişt hişt derler. Kuştu kuş.

    Bir adam yer belliyordu. Belin demirine basıyor, kırmızıya çalan bir toprak altını, üste aktarıyordu.

    - Merhaba hemşerim, dedi.

    - Ooo! Merhaba! Dedim.

    Tekrar işine daldı. Hişt hişt, dedim. Aldırmadı. Bir daha hişt, dedim. Yine aldırmadı. Hızlı hızlı hişt hişt hişt!

    -Buyur beğim, dedi.

    -Bir şey söylemedim, dedim.

    Küçük parmağını kulağına soktu. Kaşıdı. Çıkarıp parmağına baktı. Belin sapına siler gibi yaptı.

    - Hişt hişt, dedim.

    Yüzünü göğe kaldırdı. Kuşlara baktı. Denize baktı. Dönüp şüphe ile bana baktı.

    - Bu sene enginarlar nasıl? Dedim.

    - İyi değil, dedi.

    - Baklayı ne zaman keseceksin?

    - Daha ister, dedi.

    Nefes alır gibi "hişt" dedim.

    Yine şüphe ile denize, şüphe ile göğe, şüphe ile bana baktı.

    - Kuşlar olmalı, dedim.

    - Benim de kulağıma bir hışırtı gelir amma, dedi, ne taraftan gelir? Zati bu sırada şu kulağım ağırlaştı.

    - Bir yıkatmalı, dedim, benim de geçenlerde ağırlaşmıştı...

    - Yıkattın mı?

    - Yıkatmadım, hacet kalmadı, doktora gittim. Alıverdi; pislikmiş.

    - Çocuklar nasıl? diye sordum.

    - İyiler, dedi. Dokuzdu sekiz kaldı. Biliyorsun dokuzuncusunun macerasını ya...

    - Sus, sus, dedim. Yürekler acısı. Haydi allahaısmarladık!

    - Haydi güle güle.

    Biraz uzaklaşınca:

    - Hişt hişt.

    Bu sefer yakaladım. Bahçıvandı. Oydu oydu.

    - Hadi hadi yakaladım bu sefer seni, dedim.

    - Yok vallahi, dedi, vallahi daha kesmedim bakla, senden ne diye saklayayım, parasıyla değilmi?

    - Sen değil misin hişt hişt diyen?

    - Ben de duyarım bir ses, amma bulamam nereden gelir?

    Nereden gelirse gelsin dağlardan, kuşlardan, denizden, insandan, ottan, böcekten, çiçekten. Gelsin de nereden gelirse gelsin! Bir hişt sesi gelmedi mi fena. Geldikten sonra yaşasın çiçekler, böcekler, insanoğulları.

    Hişt hişt!

    Hişt hişt!

    Hişt hişt!

          Evet gelsin hişt sesi, bakınalım bir etrafımıza görelim açılsın gözlerimiz insanları görelim çevreye bakınalım biraz varsın bulamayalım kimden geldiğini ama uyanalım açalım gözlerimizi bize her şeyiyle kucağını açan Dünyaya, tüm mutluluklarıyla, tüm hüznüyle, tüm umutlarıyla  zorluklarıyla, güzellikleriyle hayata. Bir hişt gelmedi mi etrafa bakmıyoruz, neden? İlla deniz kırmızı mı olmalı bakmamız için çimenler mor mu?
    Gelsin nereden gelirse gelsin bir hişt gelsin, gelmedi mi fena.

    8 Aralık 2012 Cumartesi

    Merhaba bu blokta bazı kitapları ve onlar için hazırlanmış bilgileri bulabilirsiniz.
    İyi okumalar.